HAYA NEDİR?
Sözlükte “utanma, çekinme; tövbe, vazgeçiş” vb. anlamlara gelen hayâ kelimesi, ahlâk terimi olarak “nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terketmesi” (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḥyy” md.; et-Taʿrîfât, “el-ḥayâʾ” md.); “kötü bir işin yapılmasından veya iyi bir işin terkedilmesinden dolayı insanın yüzünü kızartan sıkıntı” (Kādî İyâz, I, 152) gibi değişik şekillerde açıklanmıştır. Arapça’da “kınama, yergi; onur kırıcı tutum ve davranış” mânalarına gelen âr kelimesi de (Lisânü’l-ʿArab, “ʿayr” md.; Kāmus Tercümesi, “ʿayr” md.) Türkçe’de genellikle hayânın eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de üç âyette hayâ kelimesinin türevleri geçmektedir. Kasas sûresinde, Hz. Şuayb’ın kızlarından birinin Hz. Mûsâ ile utanarak konuştuğu (28/25); Ahzâb sûresinde, bazı müslümanların Resûl-i Ekrem’i uygunsuz zamanlarda rahatsız ettikleri, fakat onun hayâsından dolayı bu rahatsızlığını ifade edemediği, ancak Allah’ın gerçeği bildirmekten hayâ etmeyeceği (33/53) belirtilmekte; başka bir âyette ise müşriklerin Kur’an’da arı, karınca, sinek gibi küçük yaratıkların örnek olarak gösterilmesinin fesahatle bağdaşmadığı yolundaki iddialarına karşı, “Şüphesiz Allah -gerçeği açıklamak için- sivri sineği ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten hayâ duymaz” şeklinde cevap verilmektedir (el-Bakara 2/26). İslâm âlimleri, bu âyeti ve aynı yöndeki hadisleri (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥyy” md.) delil göstererek hayâ kavramının Allah hakkında kullanılabileceğini, ancak bu durumda kelimenin beşerî duyguları ifade eden “utanma, sıkılma” gibi anlamlarda değil “kötü ve çirkin bir işi yapmayı zâtına lâyık görmeme, daima iyi olanı yapma” şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmişlerdir (meselâ bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḥyy” md.; Zemahşerî, I, 263; Fahreddin er-Râzî, II, 132). A‘râf sûresinin 26. âyetinde geçen “libâsü’t-takvâ” sözü de hemen bütün müfessirlerce insanın yaratılıştan sahip olduğu, onun ruhunu bezeyip ahlâkını koruyan hayâ şeklinde yorumlanmıştır.
Hadislerde hayâ kelimesiyle birlikte çeşitli türevleri de geçmektedir. Buna göre, “Hayâ bütünüyle hayırdır” (Müsned, IV, 426, 427; Müslim, “Îmân”, 61); “Hayâ sadece iyilik getirir” (Buhârî, “Edeb”, 77; Müslim, “Îmân”, 60); “Dört haslet peygamberlerin sünnetindendir: Hayâ, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek” (Müsned, V, 421; Tirmizî, “Nikâḥ”, 1). Kendisinin de yüksek bir hayâ duygusu taşıdığı (Buhârî, “Tefsîr”, 33/8), evinde edebiyle oturan bir genç kızdan daha hayâlı olduğu (Buhârî, “Edeb”, 73, 77; Müslim, “Feżâʾil”, 67) bildirilen Resûl-i Ekrem, aynı fazilete sahip olmasından dolayı Hz. Osman’a özel bir değer vermiş; kendisini ziyarete gelen Ebû Bekir ve Ömer’i rahat bir vaziyette karşıladığı halde Osman geldiğinde hemen derlenip toparlanmış; bunun sebebi sorulduğunda ise, “Meleklerin bile hayâ ettiği insandan benim hayâ etmemem doğru olmaz” demiştir (Müsned, I, 71; VI, 62, 155, 288; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 26). Hemen bütün ilgili kaynaklarda yer alan, “Hayâ imandandır” anlamındaki hadis (Buhârî, “Îmân”, 16; “Edeb”, 77; Müslim, “Îmân”, 57-59) İslâm toplumlarında bir özdeyiş haline gelmiştir. Bilhassa, “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâdır” meâlindeki hadis (İbn Mâce, “Zühd”, 17; el-Muvaṭṭaʾ, “Ḥüsnü’l-ḫulḳ”, 9), hayânın müslümanların en belirleyici ahlâkî nitelikleri ve değer ölçüleri arasında yer almasına vesile olmuştur. “Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin” hadisi de (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 54, “Edeb”, 78; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 6) tarih boyunca İslâm toplumlarının ahlâk zihniyeti ve terbiyesinin karakterini belirleyen bir etki doğurmuştur.