İmam-ı Şafi
İMAM-I ŞAFİİ
 
O Şeriat ve Tarikat sultanı, o Hakikat ve Marifet burhanı (dayanağı), o ilahi sırların müftüsü (müftil esrar-ı ilahi), uçsuz bucaksız nurlar yayan (mühbit-i envar-ı namütenahi), o Peygamber’in akrabası (ibn-i amm-i Nebi), İmam-ı Şafii Hazretleri
(Kaddesallahu Ruhahul-Aziz); onun kemalatı (olgunlukları), faziletleri, riyazeti sayısızdır. Nübüvvet (peygamberlik) ağacının bir budağıdır. Feraset (anlayış), mürüvvet (insanlık), fütüvvet (halka adanmak) ve sahavette (cömertlikte) eşsizdir.
On üç yıl Harem-i Şerif içinde oturmuştu. Vaaz ederdi: “Dilediğinizi bana sorun.” derdi. 15 yaşında fetva verirdi.
Ahmed bin Hanbel, ki cihanın imamı idi, üç bin hadis ezberlemişti, bu derece ilm-i fazlıyla (yüksek ilmiyle) İmam-ı Şafii’ye şakirt (öğrenci, talebe) oldu.
Niceler derdi ki:
“Ahmed bin Hanbel aksakalıyla geldi bir oğlana şakirt oldu!”
Ahmed bin Hanbel dedi ki: “Ben ne ki ezberledimse onun manasını Şafii’den öğrendim.
Fıkıh kapısı halk üzere bağlı idi. Hak Teâla, Şafii’yi kapıyı açsın diye verdi.”
Ve dahi (bir rivayete göre) Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurur ki: “Dinimi yenileye ve şer’imi taze kıla.”
Evvelki yüzyıl içinde Ömer bin Abdülaziz, ikinci yüzyıl içinde Şafii geldi.
Bilal-i Havvas der ki:
“Ben (rüyamda) Hz. Peygamber’ den sordum.
Şafii hakkında ne dersin?” sualine: “Şafii kutuplardandır.” buyurdu.
 
***
 
Çocukluğu zamanında Şafii Hazretleri düğün derneğe gitmez, daima bir köşede oturup fikirle meşgul olur ve çok zaman Salim-i Rai sohbetinde olurdu.
 
***
 
Nakildir ki:
İmam-ı Şafii buyurur:
 
“Bir gece Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) rüyamda gördüm. Bana emr-i risaletpenahileri şöyle oldu:
“Sen kimsin?” Ben dedim:
“Ya Resulullah! Senin bölüğündenim.”
“İleri gel.” dedi. Vardım.
“Ağzını aç.” dedi. Açtım. Ağzıma mübarek dili üzerindeki ıslaklıktan bir miktar nakletti, şöyle ki ağzımın içi dopdolu oldu.”
“Var imdi işin tamamdır.” dedi. Ve hem o saat, Ali (k.v.) Hazretleri’ni gördüm ki, parmağıma bir yüzük geçirdi. Ve:
“Peygamber ilmi ve benim ilmim sana kutlu olsun.” dedi.”
 
* **
 
Nakildir ki:
Şafii henüz altı yaşında idi. Annesi, Haşimiye Kabilesi’nden Zahide idi. Herkes emanetini onun katına bırakır idi. Bir gün iki kişi geldi. Bohça ile elbise bıraktılar ve dediler:
“Her ikimiz birlikte olduğumuz takdirde verirsiniz.
Bir kişiye vermeyiniz.”
Şartı unutup, bunlardan yalnız gelen diğer birisine bohçayı teslim etti. Arkasından gelen diğer birisi emanetin arkadaşına verilmesini kadıya şikâyet etti. Bu sebepten hapse mahkûm oldu.
Mektepten gelen Şafii Hazretleri annesini aramaya gitti. Meseleyi öğrendi.
Alacaklı adama dedi ki:
“Arkadaşını getir, bohçayı şartımız üzere teslim edelim.” dedi.
Bu karara kadı da memnun oldu. Anasını hapisten çıkardı.
 
***
 
Şafii talim için Malik bin Dinar’a gitti. Malik yetmiş yaşında, Şafii çocuk idi.
Üstadının kapısında otururdu, müşkül bir mesele olursa önce Şafii’ye sorarlardı.
Cevabını verdiği zaman, “Üstadıma da sorun.” der di. Üstadına da sorulunca, “Şafii’ nin verdiği cevap gibidir.” deyip iftihar ederdi.
***
 
Bir gün Halife, ailesi Zübeyde Hatun’la otururken Zübeyde, Halife’ye:
“Sen cennetlik misin, cehennemlik misin?” dedi. Halife: “Eğer cennetlik değilsem benden boş ol.” dedi. Halife’nin canına ateş düştü. Çünkü Zübeyde Hatun’u çok severdi. Halk ve ulema cevaptan aciz olduğu için şaştı. Bağdat şehrinde saraya toplandıklarının yedinci günü Şafii geldi. Çocuk olduğu halde cevap vereceğini söyledi. Şaşkın kaldılar.
 
Halife’ye dedi ki:
“Ben mi sana muhtacım, sen mi bana muhtaç sın?” Halife:
“Alem içinde ben sana muhtacım.” dedi.
“Sen bana muhtaç isen aşağı in, tahtı bana ver.” Halife tahttan inip karşıda oturdu. Şafii tahta geçip Halife’ye:
“Sana bir nesne soracağım, doğrusunu söyle. Hiç sen masiyete (günaha) kasdeyleyip, Allah korkusundan o masiyeti terk eylediğin oldu mu?” dedi.
Halife cevaben:
“Gençliğimde bir avretle başım hoş oldu. Halvette buldum. Allah korkusundan o masiyeti terk eyledim. Avreti salıverdim.” Şafii:
“Gerçek misin?” Halife:
“Vallahi böyledir.” dedi. Şafii:
“Ben hükmederim ki senin avretin boş değildir ve hem sen cennetliksin.” dedi.
Alimler hep feryat ettiler:
“Sen bu meseleye ne delil ile hükmedersin?” dediler. Şafii:
“Şu ayetle hükmederim (Naziat Suresi, 40-41.): “Her kim Allah’tan korkup nefsini hevadan (boş arzulardan) men ederse onun yeri Cennet’tir.” İmdi Halife cennetliktir ve Zübeyde Hatun boş değildir.” dedi.
Oradaki alimler yüzlerini Şafii’nin ayağına sürdüler: “Bu tıfl (küçük çocuk) iken böyledir, yiğitlik ve kocalığında ne olacak?” dediler.
Halife, Şafii’yi gayet hoş tuttu. On bin kızıl altın verdi. O da hep dervişlere dağıttı.
Ondan sonra mertebesi yükseldi.
Bir gün çeribaşının (birlik komutanı) katına vardı. Pişman oldu. Onun kefareti olsun diye kırk gece uyumadı. Sabaha kadar namaz kıldı.
 
***
 
Nakildir ki:
Gençliği halinde Mekke’de mücavir (ibadete adanmış) olduğu zaman, bir gece Ay aydınlığında mum yandığı halde Ay’a karşı kitap mütalaa ederdi. Dediler ki:
“Mum yanarken niçin Ay’a karşı oturur, mütalaa edersin?” Cevaben:
“O mum Kabe için yanar, mütalaa için yanmaz” dedi.
 
***
 
Nakildir ki:
Bir köy satın almak için on bin altın ile bir gün Safa’dan Mekke’ye geldi. Kâbe yakınında çadır kurdu. Altınları önüne döktü. Gelen yoksullara birer avuç vererek bir akça kalmamak üzere hepsini dağıttı.
 
***
 
Nakildir ki:
Her yıl Rum’dan (Bizans’tan) Harun-u Reşid’e haraç gelirdi. Bir yıl göndermediler ve dediler ki:
“Bizim de alimlerimiz var. Müslüman alimleriyle hesaplaşsınlar. Eğer Müslüman alimleri yenerse bu haracı veririz. Bizimkiler yenerse biz onlardan isteriz.”
Bahse 400 ruhban geldi. Halife, İmam-ı Şafii’yi çağırttı ve meseleyi anlattı. İmam-ı
Şafii:
“Dicle Irmağı yanında oturalım.” dedi.
Bağdat halkı ile tüm ulema ve imamlar ve Halife geldi. Oturdular. Şafii Hazretleri de bir aba giymiş olduğu halde geldi. Seccadesini Dicle Irmağı üstüne döşedi. Ve geçip üstüne oturdu:
“Kim benimle hesaplaşacaksa gelsin.” dedi.
400 rahip, Şafii’den bu kerameti görünce birden imana geldiler. Sıdk ile
Müslüman oldular.
Rum Kayseri’ne (Bizans İmparatoru’na) haber gönderildi. O da:
“Şükür ki o su üstüne oturan kişi buraya gelmedi! Yoksa buradakilerin cümlesi
Müslüman olurlardı!” dedi.
Nakildir ki:
 
***
 
Şafii bir gün bir vakitte gaflet etti. Şehirden şehre ne mescit, ne hangah kodu, aradı. Bir yoldan geçerken bir sofiden işitti ki: “Vakit azizdir, onu zayi etmekten sakın, kolaylıkla ele geçmez.” dedi. Şafii: “Vaktimi geri buldum.” dedi. “Cümle alimin ilmini okudum, illa sofular ilmi benim ilmimden fazla geldi.” dedi.
Nakildir ki:
 
***
 
Şafii bir gece rüyasında Adem Peygamber’in ölmüş olduğunu ve halkın onun cenazesini götürüp namaz kıldıklarını gördü ve uyandı. Bu rüyayı tabirciye sordu.
Tabirci:
“Adem’den murat ilimdir, nitekim Kur’an-ı Kerim,
Bakara Suresi’nin 31. ayetinde bu husus buyrulur. Bir ulu kişi dünyadan gidecek.” dedi.
Şafii Hazretleri onu kendine yordu. Üç gün geçmeden vücud-u şerifi Hakk’a ulaştı.
Yıkamasını vasiyet ettiği kişiyi çağırdılar. Geldi, Şafii’nin yetmiş bin kızıl altın borcu varmış, hepsini ödedi.
 
“Benim yıkamalığım budur, onun vasiyetinden murad-ı şerifi budur.” dedi.
 
***
Rebi bin Süleyman Hazretleri der:
“Ben, Şafii Hazretleri’ni düşümde gördüm. Ve sordum ki:
“Allah Teâla sana ne eyledi?”
“Hak Teâla beni altın tahta geçirdi. Üstüme cevahir, inci saçtı ve buyurdu ki:
“Her kim seni severse Kıyamet Günü’nde bağışlayayım ve sana komşu edeyim dedi.”
Vefatı: Hicri 204.
Rahmetullah ve Radıyallahu Teâla Anh. (Allah Ona Rahmet Etsin ve Yüce Allah
Ondan Razı Ol sun.)