Kitabın Mukaddimesi

SADATI KİRAM VELİLERİN HAYATLARI

 

MUKADDİME

Cenabı hak buyuruyor (mealen)

Biz, yapmadık mı arzı bir döşek, Dağları da birer kazık?  Sure-i Nebe, Ayet 6-7

Ayet-i kerimede geçen dağlar ifadesinin asli olanı ehlullahtır. Yeryüzünün tabiata taalluk eden dengesi kayalardan müteşekkil dağlar ile sağlanmıştır. Lakin dünya hayatının denge ve şirazesi ancak ehlullahın varlığı ve irşadı ile kaimdir. Cemiyetler ve devletlerin adalet ve ahlaktan uzaklaştıklarında dünya hayatında hiçbir yerde emniyet kalmadığı vahşi hayvanlar gibi kimin gücü kime yeterse insanların işlerini buna göre sürdürdüğü devreler meydana gelmiştir. Arifi billahların irşadına mazhar olan cemiyet ve devletler bunlardan beridirler. Bunun son ve ihtişamlı örneği Devlet-i Aliyeyi Osmaniye’dir.

Aşkın kıblesi biricik Peygamberimizin (s.a.v.) varisi ve nâibi olan veliyyi kamili ve hakiki zakirleri zorla, hileyle, söze yalan katarak fısk ile dergahlardan, tekkelerden ve zaviyelerden uzaklaştıranlardan, buralardaki tasarruf ve takdirlerini de engelleyenlerden belki de daha zararlı ve bedbaht kimseler yoktur. Tüm bu zevali gördüğü ve bildiği halde mükellef dolayısıyla muktedir olmasına rağmen bu zâiyatı aslına rücu’ ettirmek için azâmi gayret ve fedakarlıkta bulunmayanlar da hem dünyada hem de ahirette yardım olunmayacak güruha namzet kişilerdir.

*Bir de dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar, bulut geçer gibi geçer hareket ederler. (Müfessirlerin çoğuna göre, bu hareket kıyamette olacaksa da bazılarına göre, arzın dönmekte olduğuna işarettir.) Bu, her şeyi muhkem yapan Allah’ın işidir. Şüphesiz ki, O bütün yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır. Sure-i Neml, Ayet 88

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin bulunduğu mecliste sesi yanık ve güzel olan bir kimse ilahiler okumaya başladığında oluşan meşk ve vecd ile cezbeye gelen cemaat ayağa kalkarak sema ile raks ederek zikrullah üzere olurlarken içlerinden birisi Cüneyd-i Bağdadi’ye bu durumu hatırlatarak “Sen hiç yerinden kıpırdamadan duruyorsun. Sema etmez misin?” dediğinde hazret yukarıda meal-i şerifini zikrettiğimiz Neml Suresi 88. ayet-i kerimesini okumuştur. Bu da yukarıdaki ayet-i kerimelerde bahsedilen dağlar ifadesinden asıl kastedilenin ehlullah olduğunu teyit etmektedir.

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Allah Teâlâ hazretleri şöyle buyurmuştur” dedi:

“Her kim benim velîlerimden bir velîye düşmanlık ederse, şüphesiz ben ona harp ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili hiçbir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Farzlara ilâveten bir de kulumun sürekli yapmaya devam ettiği nafileler vardır ki bunlarla bana yaklaşır ha yaklaşır ve nihayet öyle bir hâle gelir ki artık ben onu sevmişim demektir. Bir kere de sevdim mi artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Böylesi bir kul benden bir şey isterse istediğini muhakkak ona veririm. Bana sığınırsa onu özel korumam altına alırım.” (Buhârî, Rikak 38)

Ebu Derda hazretleri bir gün etrafındakilere: Veli kulun lanetinden Allah (cc)’a sığınırım demişti. Onlar da “Ya Ebu Derda veli kulun laneti nedir? diye sorduklarında Ebu Derda onlara: Kalbinden sana buğz etmesidir” demiştir.

Hadis-i Şerifte buyuruluyor (mealen): Ashabım semadaki yıldızlar gibidir. Hangisine tabi olursanız, kurtuluşa erersiniz. (bk. Beyhakî, el-Medhal, s.164, Kenzu’l-ummal, h. no: 1002)  (Malum olduğu üzere ehlullah ta Rasulullahın manen ashabıdırlar. Hadisi Şerifte zikredilenlerin semadaki yıldızlara benzetilmesi bu sadat-ı kiramın kendilerine insanların tabi olmaları zaruretini haber vermekle birlikte, bunların irşada ve tebliğe memur ve mezun olan velayet makamında olan varisi enbiya zümresi olduğu açık ve kesindir. Hal böyle olunca buradaki “ashab” ifadesi kıyamete kadar irşad ve tebliğ vazifesini ifa edeceklere işarettir. Peygamber efendimizin tasarruf, himaye ve bereketleri ahirete irtihalinden sonra elbette devam ettiği icma-i ümmetle sabittir. Lakin dünyadakilere tebliğ ve irşad vazifesi nihayete ermiştir. Hem veda hutbesindeki beyanı hem de vefatından önce iki omuzu arasındaki sırtındaki nübüvvet mührünün silinmesi buna mutlak delil olarak yeterlidir. Zira alimler benim varislerimdir Hadisi Şerifi de bu izahları destekleyip teyit etmektedir.

Ayrıca Rasulullah yad ettiği peygamberleri kardeşim sıfatıyla anmıştır. Bir gün dünyada kardeşlerimi görmeyi arzu ederdim buyurduklarında Ashab-ı kiram “Ya Rasululah biz senin kardeşlerin değil miyiz” dediklerinde “Siz benim Ashabımsınız kardeşlerim henüz dünyaya gelmemiş olanlardır” diye buyurmuştur. Her Peygamber dünyadaki irşad ve tebliğ vazifelerini velayet makamında Vekil-i Hakk sıfatı da taşıyarak ifa etmiştir. Sadece Peygamberimizin ümmetinden Varis-i Enbiya olanlar irşad ve tebliğ vazifelerini velayet makamında Vekil-i Hakk olarak ifa etmişlerdir. Ancak peygamberler velayet makamında nübüvvet ünvanıyla bulunurlar, varisi enbiya olanlar ise velayet makamında Veli ünvanıyla bulunurlar. Şeyhül Ekber Muhiddin-i Arabi’nin ve Müceddidi Elfi Sani İmamı Rabbani’nin ve 15. Hicri asrın müceddidi Üstadı Azam’ın beyanları da bu minval üzeredir. Zaten her Müslüman her gün, her namazda Velayet makamının Nübüvvet makamından üstün olduğunu bizzat ikrar etmektedir. Şöyle ki kelime-i Şahadetin sonunda Abdühü ve rasuluhü denmektedir. Abduhü velayet makamını temsil eder, Rasülühü nübüvvet makamını temsil eder. Velayet makamının nübüvvet makamından üstün olduğu mukayese ile misallendirildiğinde, Cenab-ı Hakkın Rahman isminin ulemanın cumhurunun ittifakıyla Rahim esma-i şerifinden daha büyük olduğudur.

Bunlarla birlikte hiçbir veli, ilahi dergâhta hiçbir peygamberden fazilet ve mertebe olarak üstün değildir.

Dolayısıyla ehlüllahın kâmil velinin manen Resululahın ashabı olduğu hakikatini idrak edemeyip kem sözler sarf edenlerin aslında kendi hilkatlerini ifade ettikleri akıl sahiplerince bilinir.

İslam dininin cihan şümul vahdet akidesini bihakkın taşıyan ve onu bizzat yaşayan tatbik eden kâmil veli Babullahtır. Bu kâmil veliler ahirete irtihal ettikten sonra kınından çıkan kılıç gibidirler, imdadı maneviyedirler.  Hadisi şerifte ehli kabirden yardım isteyin (keşfül hafa Acluni) buyurulması hem bu hususa hem de bu varisi Enbiyaların ahirete irtihalinden sonra da tasarruf ve himmetlerinin mevcut olduğunu delillendirmektedir. Osmanlı devletinin zevalinden sonra ümmetin bir nevi başsız sahipsiz kalması ile mantar gibi İslam coğrafyasında ne idüğü belirsiz birçok sahte şeyhler ve tebaalarının türemesi insanların yolunu ve yönünü bulamamalarına, yalpa yapmalarına sebep teşkil etmiştir. Bu badirelerden beri kalmak, istikamet üzere olmak için, bu üstadların yazdıkları kitapların ve hayatlarının okunması ve bu doğrultuda amel edilmesinin pek çok manevi marazdan şifa bulunmasına, gönüllerin huzura ermesine ve kalplerin nurla dolmasına vesile olacağı alenidir.  

Hidayet ve Tevfik ancak ALLAH’tandır. 8 Ocak 2024

 

MUHAMMED HASAN MEDİNELİ

 

İlahi dergâhta sünnete meftun üstatlar var

Hak yoluna revan olan muhibler, salikler var

Cehd ederler, sema ederler, sena edilirler

Alemde hakiki zakirler, kâmil veliler var.