Üstad-ı Azam'ın Hayatı

ÜSTAD-I AZAM’ın HAYATI

            Cenab-ı Hak Kur’an-ı Azimüşşan’da mealen şöyle buyurmaktadır:

            *Ey müminler, (itaatkârı âsi olandan ayırd etmek için) sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsüllerden yana eksiltme ile, andolsun imtihan edeceğiz. (Ey Habibim) sabredenlere (lütuf ve ihsanlarımı) müjdele. Sure-i Bakara Ayet 155

            Batıni ve zahiri olmak üzere hastalık iki bölümdür:  Marazi Batıni ruha, marazi zahiri ise bedene taalluk eder. Marazi Batıniden nefis terbiyesi ve kalp tasfiyesi ile nefsi mutmainneye ermiş olanlar ve radiye, mardiye ve safiye makamlarına nail olmuş veliler mahfuzdur. Tabiki ziyadece nebi ve rasuller de böyledir. Ancak marazi zahiri hastalıklara karşı hiç kimsenin muafiyeti yoktur. Zira alemlerin efendisi sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bile bedenine sirayet eden kimi hastalıklara düçar olmuştur. Bedene sirayet eden hastalıkların ziyadecesinin sembolü Hz. Eyyüb a.s’dır. O bu hale düştüğünde yanında hanımından başka kimse kalmamış, herkes ondan noksan ve bozuk sözler ile yüz çevirmiştir. Ama ondan bu haldeyken bile nübüvvet makamı ve vazifesi alınmamıştır.

            Bir kişinin dişi ve başı veya herhangi bir uzvu ağrıdığında adeta  gözü hiçbir şeyi ve hiç kimseyi  görmez ve bilmez bir hal alır ki kendisi ile konuşulmasına bile takat ve tahammül gösteremez olur. Böylesi hastalıklardan birkaç tanesi ilerlemiş ise bu durum daha da ağırlaşır.

            Allâme halli müşkilat Seyyid Hikmet Efendi Hazretleri bir çok bedeni hastalıklarla uzun seneler yaşam sürdürmüş öyle ki bir günde kırka yakın ilaç kullandığı bile olmuştur. Bu ağır imtihanlarda bile kimi zamanlar cemaatin arasına katılmış kimi zamanlar da cemaati evinde misafir etmiş, bir kez âh ettiği görülmemiş, yüzündeki tebessüm ise hep olmuştur. Bu hal üzere nice kitapları ekseriyet ile geceleri yazmışlardır. O gecelerden birinde biraz istirahat için durakladığında gaibden bir münâdi "üktüb"(yaz) diye hitap etmiştir. Bir süre sonra bu ses biraz daha gür bir nidayla "üktüb" diye hitap etmiştir.  Az bir vakit sonra ise bu ses azametli bir şekilde yine "üktüb" diye hitap etmiştir. O vakit üstad-ı azam hemen yazmaya devam etmiştir. Eserleri ümmet-i Muhammed’i hem zahiri hem batıni ilimlerle mücehhez kılacak ve iki ulu çınar gibi ihata edip himayesine alacaktır. Şartları en ağır ve en zor olan zaman ölüm anının yaklaştığı andır ki hiç bir hastalıkla da mukayesesi mümkün değildir. Bir görüşe göre veli olan Lokman a.s’ın ölüm anı yaklaştığında Kur’an-ı Kerim’de zikredilen oğluna yaptığı  nasihati en sağlıklı zamanlarında bile yüz tane ulemayı zahir bir araya gelse herhalde tertip edemezler.

            *Vakta ki Süleyman’a ölümü hükmettik (de bir yıl kadar ölü olarak değneğine dayalı kaldı). Ölümüne işaret eden (bir alâmet) olmadı, ancak bir güve böceği değneğini yiyordu. (Böceğin değneği yemesi sebebiyle) Süleyman yere düşünce, anlaşıldı ki, eğer cinler gaybi (Süleyman’ın ölümünü) bilmiş olsalardı o zilletli azab içinde bekleyib durmazlardı, (inşasına memur edilib de bir yılda zahmetle ikmal ettikleri Beytü’l-Makdis’i inşa etmezlerdi). Sure-i  Sebe  Ayet 14

            Bu ayet-i celileden açıkça anlaşılabildiği üzere Süleyman (a.s.)'ın tasarruf ve tahakkümü vefatından sonra bile devam etmiştir.

            Hadis-i Şerif’de:

            *Bu ümmetin alimleri Beni İsrail'in peygamberleri gibidir.

            İcma-i ümmetle sabittir ki Hasan-ü'l Harkani hazretleri Beyazid-i Bestami hazretlerini dünya hayatında hiç görmemiştir. Aralarındaki yaşam süresi de çok uzun senelerdir. Buna rağmen Hasan-ü'l Harkani hazretleri kabirde bulunan Beyazid-i Bestami hazretlerinin irşadına, ikramına ve iltifatına mazhar olmuştur.

            *Alimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır.  

            Bu hadis-i şerif Peygamberimizin (s.a.v.) "Ben uyurum ama kalp gözüm uyumaz" hadis-i şerifiyle birlikte mütalaa edildiğinde vekil-i hak olan alimlerin uykusunun bile, güneşin nurunun bütün mahlukata hayat, yön ve yol vermesi gibidir ki bu menfaate mashar olanlarında ekseriyeti bundan habersizdir. İşte muttaki alimin uykusunun diğerlerinin uyanıklığına nisbeti bu misaldeki gibidir.

            Kuran-ı Kerimde sıddık sıfatıyla anılan ehlullahın ümmetin diğerlerine olan üstünlüğü,

            *Alimlerin mürekkebi şehitlerin kanından efdaldir.

            Hadisi şerifi ile aleniyat bulmaktadır. Şehidin kanı kendi varlığını temsil eder alimin mürekkebi ise kendi varlığından olmadığı halde elindeki kalemden zuhur eden bir nesnedir. Zikredilen bu hadis-i şerifteki nebevi mukayese sadad-ı kiramın Allah indindeki kıymetinin ve sahip olduğu zahiri ve batini ilim ziynetinin adeta paha biçilemez som altın gibi olduğunu göstermektedir. Bakır altınla harmanlandığı zaman kendiside altın olmaktadır. Kişinin hakiki kurtuluşa erebilmesi irşada mazhar olmasına bağlıdır. Dünya hayatında cenabı hakkın Hay ismine şehitler bir an son demind, arif-i billahlar ise her an her deminde mazhardırlar. Bu minval üzere meşhur ve muteber kelamı kibarda gafillerle altın paylaşmaktan Allah dostlarıyla taş taşımak daha efdaldir buyurulmuştur.  Hadisi şerif’te ,

            *Alimler peygamberlerin varisleridir.

Buyrulmaktadır. Alimler iki sınıf üzeredir. Bir kısmı ulema-i zahir diğer kısmı pek azdır ki ulema-i batındır. Zahir ulemasının ilmi kesbidir. Batın ulemasının ilmi vehbidir. Ledunnidir. Zahir ulemasının ilminin keşfi âmânın bir mekan içerisinde ses akisleri ile yaptığı tespit nispetindedir. Ulema-i batının ilmi ise alenen her şeyi görüp âmânın muhtaç olduğu hiçbir şeye muhtaç olmadan mevcudiyetin tümüne vakıf olmasıdır. “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadisindeki irs tabiri babadan oğula geçen şeye denmesidir. Ulema-i zahir ilmini çalışma, mücadele ve çaba ile elde eder. İlmü ledün’e mazhar olan ulema-i batın yani ârifi billahların ilmi ise doğrudan ihsan-ı ilahidir. Cenab-ı Hak onların sâdırlarına ledünniyatı nakşetmektedir.

            Elbette salih olan ulema-i zahirlerin din-i İslam'da yeri ve değeri vardır. Ancak onlar da kamil velilerin irşadına muhtaçtırlar.

            *Muhammed (s.a.v.) Allah’ın peygamberidir. O’nun beraberinde bulunanlar (ashab-ı kiram), kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler. Onları, rükû ve secde eder halde (namaz kılarken) Allah’dan sevab ve rıza istediklerini görürsün. Secde eserinden (çok namaz kılmaları yüzünden meydana gelen) nişanları yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’daki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da şu: Onlar, filizini çıkarmış bir ekine benzerler. Derken o filizi kuvvetlendirmiş de kalınlaşmış, nihayet gövdeleri üzerinde doğrulub kalkmış; ekincilerin hoşuna gidiyor. (İşte ashab-ı kiram da böyle olmuştur. Ehlullah da manen peygamber efendimizin ashabıdır.Bidayette azlıktılar, sonra çoğalıb kuvvetlendiler ve güzel bir cemiyyet meydana getirdiler). Bu teşbih, kâfirleri ashabla öfkelendirmek içindir. O iman edip salih âmeller işliyenlere, (ashaba), Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir. Sure-i Fetih, Ayet  29

            Peygamberimizle Ashab-ı Kiramın karşılıklı durumları özü itibariyle irşad eden ve irşad edilenlerdir. Mürşid-i kamillerle mü’minlerin durumu da bu temsil üzeredir. Yani veliyi kamil irşad eden, muti olup ihlas ile murşide tabi olan mü’min mürid irşad edilendir. Müridlerin kendi isim, unvan, makam gibi ahvallerini mürşidden söylemesini beklemeleri veya istemeleri edebe aykırıdır. Zira yukarıda zikredilen ayet-i celilede mü’minlerin alınlarındaki hususi bir nişanla tanındıkları zikredilmektedir.

Ekseriyet ulul azam velilerin doğumlarından da önce müstesna hadislerin vuku bulmaktadır.

Üstadı azamın babası Osmanlı mollalarından olup balkan savaşlarına katılmış lakin bu cihat

esnasında esir düşmüştür aradan yedi sene geçmesi üzerine muhterem validelerine nikahın

kendisince düşmüş sayılabileceği fetvası arz edilmiş ise de tam bir Osmanlı hanımı olan bu

annemiz bu fetvaya uymayıp nihai olarak beyini beklemeye karar kılmış ve hüsnü tevekkül

göstermiştir. Derken üstadı azamın babası esir kampında üç kişi bir araya gelip firar etme

kararı almışlar fakat manen himaye ve muvakkifiyet ve nusrat için bin bir ayetlel kürsi

okuyarak manevi zırh ile yola çıkmaya karar vermişlerdir. Üstadı azamın babası tam olarak

tabiki okuyor diğer bir kişi kimi eksikleri ile beraber okuyor diğer üçüncü kişi ise bu amele

iştirak etmiyor her ayetel kürsi okunduğunda duvara çizik atarak bin bir kez okuma sayısı

kâmil manada tamamlanıyor. Kamptan gece vakti çıkarlarken arkalarından açılan ateş sonucu

Ayetel kürsiyi okumayan kişi vefat ediyor babası ile arkadaşı ise kurtuluyorlar. Geceleri yol

alıp gündüzleri saklanarak otları ağaç yapraklarını yiyerek aylara varan bir yolculuk sonrası

İstanbul’a vasıl oluyorlar derken ailesinin yanına ulaşıyorlar ve bundan sonra da üstadı azam

doğuyor ve yaşananlar göz önünde bulundurularak kendisine hikmet ismi veriliyor.

Kayseri’de beş sene askeri tesislerde teknisyen olarak çalışıyor bilahare takdiri hüda Kore

savaşına giden Türk birliğinde yer alıyor. Malum Amerikalıların cepheden kaçıp bizim

askerlerimizi öne sürdükleri bir anki her yer ateş fışkırıyor adeta adım atacak bir mahal

kalmayacak kadar dehşetli bir anda Allah nidaları semaya arşa çıkıyor ve Hülefa-i Raşidin

ashabı Güzin manen yardımlarına geliyor ve asil ecdadın necip evlatları burada muzaffer

oluyor. Bu muharebelerde üstadız azam hazretleri yarada almamıştır. Nihayetinde bu harp

sona erdiğinde esir Japon askerler i ile yaptıkları kısa sohbette Japon askerler biz kendimizi

dünyanın en cesur askerleri zannederdik fakat Osmanlının torunları sizleri gördüğümüzde

sizden daha üstünün olmadığına ve sizin gökteki kutup yıldızları gibisiniz demişlerdir.

Müteakip yıllarda artık üstadı Sami efendi hazretlerinin işaret ve telkinleri ile İstanbul’a

yerleşiyorlar Tahtakale’de kendi ürünlerinde büyük tekel malı gibi bir mağazanın satış

müdürü sorumlusu olarak günde en az on altı saat olmak üzere on yıl boyunca 250 tl maaşla

çalışıyorlar aldıkları bu ücretin yani dinin ilimlerin özü ve aslı unutulmasın diye bilhassa

Arapça tahsili için yurt dışına giden şamdaki talebelere elli TL’sini Kahire’deki talebelere elli

TL’sini yakın çevresindeki muhtaçlara elli TL’sini anne babasına elli TL’sini her ay on yıl

boyunca harcıyorlar ve kalan elli TL nin yirmi TL’sini ev kirası olarak ödeyip diğer kalan otuz

TL ilede hayatları ikame ediyorlar.

60 darbesinde belki de en büyük zulüm ve işkencelere maddi manevi maruz kalıyorlar

milliyet gazetesi üstadı azamın resmini bulundurduğu manşetinde fatih camiinin baş imamı

ve nurcuların başı yakalandı diye yayın yapıyor hapiste bir gün artık ölecek diye işkenceye ara

verildiğinde bu zulmü orada yürüten o akşam evine gittiğinde karısının evvelki kocasından

olan yetişkin erkek çocuğu ile arasında tartışma çıkıyor ve o genç bu zalimi o anda öldürüyor.

Dokunma fukaranın fırkasının hırkasına

Her biri değer geçer dağın arkasına

Kelamı kibarındaki zalimler üzerine ilahi intikamın acıklı olarak mutlaka tecelli ettiği ve

böylelikle vücut bulduğu aşikardır.

            *Biz, yapmadık mı arzı bir döşek, Dağları da birer kazık?  Sure-i  Nebe,  Ayet 6-7

            Ayet-i kerimede geçen dağlar ifadesinin asli olanı ehlullahtır. Yeryüzünün tabiata taalluk eden dengesi kayalardan müteşekkil dağlar ile sağlanmıştır. Lakin dünya hayatının denge ve şirazesi ancak ehlullahın varlığı ve irşadı ile kaimdir. Cemiyetler ve devletlerin adalet ve ahlaktan uzaklaştıklarında dünya hayatında hiçbir yerde  emniyet kalmadığı vahşi hayvanlar gibi kimin gücü kime yeterse insanların işlerini buna göre sürdürdüğü devreler meydana gelmiştir. Arifi billahların irşadına mazhar olan cemiyet ve devletler bunlardan beridirler. Bunun son ve ihtişamlı örneği Devlet-i Aliyeyi Osmaniye’dir.

            Aşkın kıblesi biricik Peygamberimizin (s.a.v.) varisi ve nâibi olan veliyyi kamili ve hakiki zakirleri Zorla, hileyle, söze yalan katarak fısk ile dergahlardan, tekkelerden ve zaviyelerden uzaklaştıranlardan, buralardaki tasarruf ve takdirlerini de engelleyenlerden belki de daha zararlı ve bedbaht kimseler yoktur. Tüm bu zevali gördüğü ve bildiği halde mükellef dolayısıyla muktedir olmasına rağmen bu zâiyatı aslına rücu' ettirmek için azâmi gayret ve fedakarlıkta bulunmayanlar da hem dünyada hem de ahirette yardım olunmayacak güruha namzed kişilerdir.

            *Bir de dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar, bulut geçer gibi geçer hareket ederler. (Müfessirlerin çoğuna göre, bu hareket kıyamette olacaksa da, bazılarına göre, arzın dönmekte olduğuna işarettir.) Bu, her şeyi muhkem yapan Allah’ın işidir. Şüphesiz ki, O bütün yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır. Sure-i  Neml, Ayet 88

            Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin bulunduğu mecliste sesi yanık ve güzel olan bir kimse ilahiler okumaya başladığında oluşan meşk ve vecd ile cezveye gelen cemaat ayağa kalkarak sema ile raks ederek zikrullah üzere olurlarken içlerinden birisi Cüneyd-i Bağdadi'ye bu durumu hatırlatarak “Sen hiç yerinde kıpırdamadan duruyorsun. Sema etmez misin?" dediğinde hazret yukarıda meal-i şerifini zikrettiğimiz Neml Suresi  88. ayet-i kerimesini okumuştur. Bu da yukarıdaki ayet-i kerimelerde bahsedilen dağlar ifadesinden asıl kastedilenin ehlullah olduğunu teyit etmektedir.

            Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Allah Teâlâ hazretleri şöyle buyurmuştur” dedi:

            “Her kim Benim velîlerimden bir velîye düşmanlık ederse, şüphesiz Ben ona harp ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili hiçbir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Farzlara ilâveten bir de kulumun sürekli yapmaya devam ettiği nafileler vardır ki bunlarla Bana yaklaşır ha yaklaşır ve nihayet öyle bir hâle gelir ki artık Ben onu sevmişim demektir. Bir kere de sevdim mi artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Böylesi bir kul Benden birşey isterse istediğini muhakkak ona veririm. Bana sığınırsa onu özel korumam altına alırım.” (Buhârî, Rikak 38)

            Ebu Derda hazretleri bir gün etrafındakilere: Veli kulun lanetinden Allah(cc)’a sığınırım demişti. Onlar da “Ya Ebu Derda veli kulun laneti nedir? diye sorduklarında Ebu Derda onlara: Kalbinden sana buğz etmesidir" demiştir.

            *Ey iman edenler! Yemek vaktini gözetmeksizin, size izin verilib de davetli olduğunuz vakitten başka zamanlarda, Peygamberin evlerine girmeyin. Fakat çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yediğinizde de hemen (yanından) dağılın. Söz konuşmak, sohbet etmek için de izinsiz girmeyin; çünkü bu, Peygambere eziyyet veriyor, (sonra, “çıkın” veya “girmeyin” demeğe) sizden utanıyor. Fakat Allah, gerçeği açıklamayı terk etmez. Bir de (Peygamberin) zevcelerine gerekli bir şey soracağınız vakit de, perde arkasından sorun. Böyle yapmanız hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir. Allah’ın Rasûlüne, sizin eziyyet etmeniz doğru olmaz; arkasından (irtihalinden sonra) zevcelerini nikâh eylemeniz de hiç bir zaman caiz olmaz. Bu (Peygambere eziyyet etmek ve arkasından zevcelerini nikâhlamak), Allah katında çok büyük bir günahtır. Sure-i  Ahzab, Ayet 53

            İnsanların bir mürşid-i kamili ziyaret etmeleri, sohbetlerinde bulunmaları ve benzer tezahürlerde riayet etmeleri gereken adâbın esasları bu ayet-i celilede gösterilmektedir ki bu cihetten huzurlarında sorulmadıkça konuşmamak, konuşulduğunda ise kifayet miktarınca kelam etmek bu büyük zatların daimi Hak ile olduklarını bilip, zaruri ve lüzumlu hususlar görüşüldükten sonra kendilerini Hak Teala hazretleri ile başbaşa bırakmanın manen nedenli elzem olduğuna itikat etmelidir.

            *O müşriklere, gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar (gözleriyle göreceklerini görseler), şöyle diyeceklerdi: “- Muhakkak ki gözlerimiz döndürüldü; daha doğrusu, biz büyülenmiş bir topluluğuz.”  Sure-i  Hicr, Ayet 14

            Sebeb-i mevcudat Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bir çok mucizesine iman etmeyenler olduğu gibi  evliyaullahın da bir çok kerametine itibar ve ittiba etmeyen nice gizli ve aşikar asi ve hainler olmuştur. Peygamberler vahye, arifi billah olan mürşid-i kamiller ise ilhama mazhardırlar.

            Marifetullaha ermenin yolunun esası söz degil özdür, kutbul aktab Esat Erbili Hazretleri hac vazifesini ifa ettikten sonra manevi emir ve işaret üzere İstanbula teşrif etmişlerdir. Fatih medresesinde bulunurken ilmi bir mütala esnasında meseleye beliğ bir şekilde şerh getirince hazirun kendisinin büyük bir ilme ve irfana sahip olduklarını anlayarak  hazretin şahsına bir oda tahsis etmişlerdir fakat unutuklarından  3 gün boyunca  hiçbir yiyecek göndermemişlerdir. Bu zaman diliminde İstanbul efendilerinden birisi şahsında bulunan zerafeti cemalindeki güzelliğide görerek ona kalbinde derin bir muhabbet oluşmuş bilahare zamanın şeyhul islamı Mekki efendininde hazır bulunduğu seçkin ulema ve ümeranında katıldığı bir meclise Esat Efendi Hazretlerini davet etmiştir. Buraya iştirak eden Hazret hemen kapı dibine oturmuştur. Bir süre sonra meclise manen yaptıkları nazar ile herkes de cezbe hali oluşmuştur. Bu hal üzere Mekki efendi aramızda büyük bir evliya var allah aşkı ve hatrı için ortaya çıksın dediğinde sadatı kiram hazeratının pirlerinden olan Hazret kendisini takdim etmiştir. İşte marifettullah yolunun esasının söz değil öz olduğu sadece bu menkıbeyle bile anlaşılabilmektedir

            *Ne zaman ki Allah, kereminden istediklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler. Zaten yan çizip duruyorlardı.  Sure-i Tevbe,  Ayet 76

            Bu ayet-i kerimede ebedi zillet ve hüsrana uğrayacakların sıfatlarından haber verilmiştir ki benzer durum ve sıfatlarda bulunacakların fitne ve fesatlarından korunmanın ölçüsü vardır. Bunların en hazin örnekleri Hz. Nuh’un oğlu, Hz. Lut’un karısı ve Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in damadıdır. Kişiye gösterilecek hürmet, verilecek değer her ne kadar o kimsenin batıni edebine göreyse de zahiri edep kendisinden zuhur etmeyen kimsenin batıni edebe sahip olamayacağı da unutulmamalıdır. Ulu'l-Azim velilere gerek icabı gerek gıyabi olarak zahiren de olsa hürmet ve saygı lisanıyla hitap etmeyenlerin muteber ve makbul kimseler olamayacağı bilinmelidir. Velev ki bu zatlar varis-i enbiyanın ailesinden ola. Bu durumu şerh etmeye, “Yanımızdadır Yemendedir, Yemendedir yanımızdadır.” özlü sözü kifayet etmektedir. Her ne kadar bu bedbahtlar başkalarına ziyan ve üzüntü vermiş iseler de bunların ve benzerlerinin nihayetinde zararları ancak kendilerine olmuştur ki akibetleri pek acıklıdır.

            Rasulullah’ın hicret yolculuğu esnasında sevr mağarasında konakladığında mağara girişine örümcek ağ örmüştü. Cebrail a.s. gelip bu ağı kontrol ettiğinde pek de sağlam örmemişsin” demişti. Örümcek ise Cebrail a.s’a: “ Ey Cibril ben bunu Allah’ın emri ile ördüm. Bir tek telini bile koparmaya senin bile gücün yetmez” demiştir. Peygamber efendimizin varisi olan ehlullah yukarıda bahsedilen ayeti kerimelerde dağlara benzetildiği göz önünde bulundurulduğunda nasıl ki yeryüzü, dengesinin temini ve devamı hususunda dağlara muhtaçken dağlar ise bunlara hiç ihtiyaç duymazken, vekili hak olan evliyaullah da bu misaldeki gibidir. Yani bütün insanlar onların irşadlarına muhtaçtırlar. Hepsi de yüz çevirse ehlullahtan bir tel bile eksiltemiyeceklerdir.

Üstadı Azamın varisi Enbiya makamına telakki ettiği irşada memur ve mezun olduğuna dair manevi emirle işaret üzere şeyhül Arifan Mahmud Sami Ramazanoğlu üstadı azama 1971 yılında kendi el yazısıyla hazırladığı icazet namesini takdim etmiştir. 12 Eylül darbesi öncesi karanlık güçler diye tanımlanan bir gurup evine gelip  kendisini bir nevi uzunca bir sorguya çekerler içlerinden rütbeli olan içinde iman pırıltısı bulunan kişi gayet güzel her sorumuza cevap verdi haydi kalkın gidelim bu kadar yeter diyip diğerleri önden çıktıklarında geride biraz duran bu kişi hocam bunlar seni rahat bırakmazlar imkanın varsa hemen yurt dışına çık bir mühlet kaldıktan sonra geri dönersin diyerek bu da buradan ayrılır bunun üzerine tedbir gibi akıl yoktur hadisi şerifine uygun olarak hemen ertesi gün Medine'ye ailesi ile birlikte bilet alırlar sisteme engellenmesi için ismi girilmiştir fakat pasaportunda tuzkaya yerine turkaya yazılmasından bir nevi ilahi himaye tecelli ederek seyhatine mani  olunmasından mafuz olarak Medine'ye varıp belkide 60 darbesinde olduğu gibi büyük eza ve cefalardan cenabı hakkın lütfuyla korunmuşlardır.

Hadis ilmini manen Hasan-I Harkani hazretlerinin ruhaniyetinden talim ve tehsil etmiştir. 10 000 hadisi şerifi ezber bilirdi. Usul ve makamınca ilahi ve kaside okunuşunu gençliğinde çokça kişiye öğretmiştir. 40 pınar pehlivanlarındandır. Yurt içindeki davetlere yaptıkları yolculukların tüm masraflarını kendisi karşılarlardı gittikleri yerde cemate yapılan ikramların kimi zaman kısmen kimi zaman da tamamen masraflarıda cebinden öderlerdi. Israrlı talep ve davetler üzerine yurt dışına giderkende hem kendisinin hemde yanında kendisine eşlik edenlerin yolculuk bilet masraflarını dahi bizzat ödemişlerdir yazdığı tümüyle masraflarını kendisinin ödediği her biri ciltli kitaplardan en az 50.000 adet müslümanlara hediye etmiştir. Fenni sanatıyla birlikte 3000 çeşit kokuyu bilirlerdi. Mahremiyete ve tesettüre Uygun olarak yüzdüklerinde en az 30 kişiyi boğulmaktan kurtarmışlardır. Sahilden çıktığında duraksamaksızın adalara kadar yüzerek giderlerdi.

Türkiye genelinde şubeleri olan STK'nın genel merkezinde ramazan ayı iftarı sonrası yaptıkları kıza sohbette din karabeti kan karabeti sıhriyet karabeti hakkında konuşmuşlardır sohbet sonrası orda bulunanlardan birisi bunları anlattınız birde hemşerilik var peki bu nasıl olacak diye pekte hoş olmayan bu sual sonrası üstadı azam o söylediğin tedavülden kalkan para gibidir hiç bir yerde geçmez demişlerdir orada bulunan hazirun hayret ve memnuniyetle bu anı hep yad etmişlerdir

 

            Arif-i billahlar için Alemlerin seyyidi, Nebilerin serveri, velilerin rehberi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) "Kardeşlerimi özlüyorum" hadis-i şerifi başkaca hiç bir yaratılanın iltifatına hacet ve nazar bırakmamaktadır.

            Hidayet ve Tevfik Allah'tandır.

Yevm'ül-Cuma , Hicri Yıl: 16 Rabiu'l-âhir 1436,Miladi yıl: 6 Şubat 2015

Medineli Muhammed

Allah Azzimüşa' nın her nefis ölümü tadacak emri 1927 yılında doğan üstadı azama 6 Aralık 2020 yılında erişmiştir.

 

ALEM AĞLAR, SALİK AĞLAR, İHVAN AĞLAR,

AĞYAR BİLMEZ, AR SÖYLEMEZ, GÖNÜL AĞLAR.